"Yeryüzüne
göz attığımda her yanı sessizliğin kaplamış ve bütün insanların
da çamura dönüşmüş olduğunu gördüm."
|
|
Takribi olarak 35 yıl
önce, Bağdat kentinin 160 km güneyindeki Nippur kasabası
yakınlarında, 60 bin tabletten oluşan bir Sümer kitaplığı
bulundu. Tabletler, Sümerlere ait çivi yazısıyla yazılmıştı. Bu ilk
yazı türü, Sümerlerin çok eski bir geçmişi olduğunu belirler.
Tabletlerin yazdıklarına bakılırsa ilk 10 Sümer kralı, 456 bin yıl
egemen olmuş, tufanda sonra Sümer ırkının yeniden kuruluşuyla
görevlendirilen 23 kral 24 bin 510 yıl, 3 ay, 3.5 gün başta
kalmışlardır. Ele geçen bu tablet-belgelerde tufan olayı bütün
ayrıntılarıyla anlatılıyor.Aynı zamanda, tufan öncesi beş kentten söz
edilmektedir. Bunlar Eridu, Badtibira,Larak, Sitpar ve
Şurappakt'tır. Tufanı anlatan Sümer tabletleri, aynı
olayı aktaran ünlü Gılgameş Destanı'ndan da eskidir. Bir Sümer
tableti şöyle başlıyordu: ".... ve
sonra tufan başgösterdi."
Gılgameş Destanı,
Mezopotamya'daki Uruk kentinin ünlü kralı Gılgameş üstüne
söylenmiş bir destandır .O döneme kadar Nuh ile İbrahim
Peygamber arasında geçen uzun sürenin tarihini yalnız Tevrat'taki
"Tekvin bölümü"ü anlatmaktaydı. Gılgameş destanı, bu
boşluğu doldurabilme imkanı vermektedir götürmektedir.1872
yılında "İncil'e İlişkinin Arkeoloji
Araştırma Derneği"nin bir toplantısında,Geroge Smith,
"Kısa süre önce, British Museum'daki Asur tabletlerini
incelerken, birinde tufanın anlatıldığını fark
ettim."
Smith, bu bulgularını
anlatan "Chaldean Account of Deluge-Kaldelilerin Tufan
Hikayesi" adlı kitabını yayınladı ve ne
yazık ki, tufan tableti eksikti.Smith, Ninova'ya gitti;ve aranılan
tabletleri buldu, Smith, Asurca "Tufan"ı yayımlarken bunun
günümüzdeki "Warka" diye bilinen ve İncil'de adı
"Erech" olarak geçen eski Uruk kentinde hazırlanmış çok eski bir
yazmadan kopya edildiğini de açıklamaktadır.
Bu tabletlerde TUFAN hakkında
detaylı bilgi verilmesi,NUH'un gemisini aranmasında bize yol
göstermektedir,en azından buradan başlamak gerekmektedir.
Utnapiştim tanrıdır ve kutsal kitaplara NUH Peygamber olarak
geçer.Tabletde anlatıldığına göre tanrılar kendisini uyarır ve gelecek
tufan için gemi yapmasını emrederler.yolculuğun sonunda
gemiden bir kuzgun, ardından bir güvercin uçurulmuş, sular
alçalmaya başlayıca da gemi, bir dağın tepesine
oturmuştur. Dağ kutsal kitaplarda Ararat olarak geçmektedir,yani Ağrı
dağı.
"Halka öküz ve her gün
koyun kestiririm," diyerek anlatmasını sürdürür. Gılgameş'e. "Gemi
yapı ustalarına ırmaklardan gelmiş gibi durmadan şarap
sundum. Yeni yıl şölenleri gibi bir şölen oldu. Yedinci günde gemi
tamamlanmıştı. Ben de bütün altını ve canlıları; ailemi akrabalarımı,
kırların, hem yabanıl, hem evcil hayvanlarını ve zanaatçıları tekneye
aldım. Şamaş'ın bana 'Akşama fırtınanın birincisi varıp yıkıcı
yağmuru yağdırdığında, gemine bin, her yanı da sımsıkı kapat' dediği
an gelmişti artık. Gece bastırdı, fırtınanın birincisi yağmuru
gönderdi. Çok korkunçtu hava. Gemiye binip her yeri kapattım.Her şey
tamamdı. Kalafat işleri eksiksiz tamamlanmıştı zaten."Tan yeri ağarmaya
başlarken ufuktan bir kara bulut ağdı. Bu bulut, fırtınanın efendisi
Adad'ın bulunduğu yerde gürledi. Habercileri olan Şullat ile Haniş,
dere tepe aşarak başı çektiler. Daha sonra uçurumun tanrıları ortaya
çıktı. Nergal, suları göğüsleyen engelleri yıktı. Savaş
tanrısı Ninurta, her şeyi yerle bir etti. Cehennemin yedi
yargıcı, Anunnaki, meşalelerini kaldırıp ülkeyi kurşunsu
alevlere boğdular. Fırtına tanrısı, günışığının yerine karanlığı
koydu; ülkeyi bir çanak gibi kırıp döktü, umarsızlığın
getirdiği bitkinlik gökkubbeye yükseldi. Bütün gün bora
azıttı durdu. Yol aldıkça kudurdu, halka düşmanmış
gibi saldırdı, kardeş kardeşi göremedi. İnsanlar gökyüzünde bile
görülmüyordu. Tanrılar bile tufandan dehşete kapılıp göğün yedi kat
arşına, Anu'nun gökkubbesine kaçtılar."Altı gün altı gece boyunca
yeller esti; sel, bora ve su taşkınları yeryüzünü kasıp kavurdu. Sel
ve su taşkınları savaşan ordular gibi bir ordu olup kudurdular.
Yedinci günde güneyden esen fırtına dinmeye yüz tuttu,
deniz yatıştı, tufanın hızı kesildi. Yeryüzüne göz attığımda her
yanı sessizliğin kaplamış ve bütün insanların da çamura dönüşmüş
olduğunu gördüm. Denizin yüzü, bir damın üstü gibi dümdüz uzayıp
gidiyordur. Anbar kapağını açınca yüzüme bir ışık düştü. Sonra
oturup ağlamaya başladım. Çünkü sular dört bir yanı
yıkıntılığa çevirmişti."Sonra ondört fersah ötede bir dağ
görünüverdi. Gemi o dağa oturdu. Dağda karaya oturan
gemi, yerinden kıpırdamadı. Bir gün geçti hep o dağın tepesinde
kaldı. Beşinci ve altıncı günlerde de kıpırdamadı hiç. Yedinci gün şafakla
bir güvercin salıverdim, uçtu gitti hemen. Ama konacak bir yer
bulamayıp geri döndü. Bir kırlangıç saldım ardından, o da geri döndü
geldi. Bir kuzgun saldım. Gitti, suların çekildiğini gördü; yiyecek
içecek buldu kendine, bu yüzden geri gelmedi."Bunun üzerine,
tuttum, her şeyi dört yana savurdum, dağın tepesinde adak adadım.
Yedi ve yine yedi kazan kurdum. Üzerine odun, kamış, sedir ve mersin
ağacı yığdım. Tanrılar kokuyu alınca toplaştılar. Ama
aralarına Enlil gelsin istemediler. Çünkü hiç düşünmeden tufana yol
açmıştı o. İnsanların ortadan kalkmasına neden olmuştu."Utnapiştim'in
Gılgameş'e anlattıklarına göre; Enlil gelmiş, gemiyi görmüş ve
küplere binmişti. Olanca kızgınlığıyla tanrılara; "- Şu ölümlülerin
arasında canını kurtaran çıktı mı acaba? Hiçbiri ölümden kurtulamayacaktı
çünkü" dedi. Bunun üzerine kuyuların ve kanalların tanrısı
Nimurta araya girecek ve şöyle diyecekti ona;"- Ea'yı araya katmadan
hangi tanrı kendi başına bir şey düzenleyebilir ki?"Her şeyi bilen Ea
da Enlil'e böyle düşüncesizce tufanın oluşmasına nasıl yol açtığını
sormuş, onu bütün tanrıların önünde suçlayıp utandırmış bir güzel."O
zaman işte...." diye sürdüren sözlerini Utnapiştim. "Enlil, gemiye
yöneldi. Karımı da, beni de elimizden tutarak gemiye soktu. İkimizi
de iki yanına diz çöktürdü. Alnımıza dokunup şu sözleri söyleyerek
kutsadı bizi:' - Geçmiş günlerde, Utnapiştim bir ölümlü kişiydi.
Bundan böyle kendisi ve karısı uzaklarda ırmakların ağzında
yaşayacaklar...' İşte böylece tanrılar, beni alıp burada; ırmakların
ağzında ve uzaklarda yaşamak üzere yerleştirdiler."
Destanın sonlarına
doğru bir yerde kahramanı Gılgamış için şunlar söylenir:
".... Yeryüzünün
ülkelerini tanıyan Kral Gılgameş, bilgeydi,sırları götürdü. Gizli şeylerle
tanışıktı. Bize tufandan önceki günleri hikaye eden oydu. Uzun bir
yolculuğa çıktı. Çalışmaktan, didinmekten bezdi ve yorgun
düştü bir gün. Ve geri dönünce bir taşın üzerine
hikayesini tümüyle kazıdı."
|